“Cumhuriyet’in yeni yüzyılındaki hayalim, GSYİH’den daha büyük paya sahip bir sanayi toplumu olmaktır.”
Erdal Bahçıvan/İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı
Genç cumhuriyetimizin 100 yıllık sanayileşme serüvenine baktığımızda özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında derin bir yoksulluğun, topyekün bir toplumsal fedakarlığın ve bunlarla baş etme konusunda büyük bir çaba ve kararlılığın öyküsünü görüyoruz.
Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından yeni Cumhuriyetin kurucu takımlarının imkanları çok kısıtlıydı. Savaşın yol açtığı yıkımın yanı sıra, eğitim düzeyi düşük bir nüfus, büyük ölçüde toprağa ve tarımsal üretime dayalı bir yapıyla, bir kalkınma modeli oluşturmaktan başka çıkış yolu yoktu. Cumhuriyetin ilanından sadece sekiz ay önce bu zor koşullar altında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresi, öncülüğünde sanayiye dayalı kalkınma gibi birçok temel gündemin tartışıldığı, Cumhuriyetin sanayileşme rotasının belirlenmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. özel sektör, yabancı sermaye yatırımları, tasarruflar ve finansman.
Tarımda modernizasyon ve makineleşme teşviklerinin de eşlik ettiği adımlarla Türkiye, son derece yetersiz sermaye birikimine rağmen tarıma dayalı temel sanayi ürünlerinde kendi kendine yeterli hale gelmeyi başarmıştır. Anadolu’nun birçok yerinde fabrikaların kurulduğu ve sanayinin milli gelir içindeki payının 1940 yılında yüzde 18,9’a ulaştığı gözlenmiştir. 1980’li yılların başına kadar sanayileşme süreci “kalkınma planları” çerçevesinde yönetilmiş ve ” Dış kaynak kısıtlılığı nedeniyle ithal ikameci politikalar uygulandı. Bu yeni dönemde tarımın öncelikli olduğu 1946-1960 döneminden farklı olarak sanayi sektörüne öncü rol verildiği görüldü. Türk toplumunun yapısında hızlanan dönüşüm, tüketim mallarına olan güçlü talebi de artırdı. Oldukça karlı hale gelen bu sektörlerde sanayi sektöründeki yabancı sermaye yatırımları da arttı.
Türk ekonomisi ve sanayisi açısından en önemli dönüm noktalarından biri olan 1980’li yıllar, Türkiye’de açık büyüme döneminin başlangıcı oldu. 24 Ocak kararlarıyla ekonominin her alanında (mal, işgücü ve sermaye piyasaları) arz ve talebe dayalı serbest fiyatlama ilkesi esas alınmaya başlandı. Bu dönemde otomotiv gibi daha çok teknoloji ağırlıklı ürünlerin de ihracattaki payının arttığı gözlendi.
1995 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği anlaşması da Türk sanayimiz açısından önemli bir dönüm noktası oldu. AB ile gümrük duvarlarının kaldırılmasıyla birlikte AB’nin Türkiye’nin dış ticaretindeki payı yüzde 50’ye ulaştı. Özellikle otomotiv, demir-çelik, makine, dokuma ve giyim gibi branşlar ihracatta öne çıktı.
Kısa sürede tüm dünyaya ihracat yapabilen bir ülke olmayı başardık.
Türkiye, 2000’li yıllarda başta Ortadoğu olmak üzere diğer dış pazarları da genişleterek kısa sürede tüm dünyaya ihracat yapabilen bir ülke olmayı başardı. Türkiye artık; Otomotivin yanı sıra tekstil-giyim, gıda, beyaz eşya, ana metal sanayi, kimya ve inşaat malzemeleri gibi sektörlerde rekabet gücünü artıran, bazı firmaların markalaşma yolunda önemli ilerlemeler kaydettiği bir ülke oldu. Son yıllarda savunma sanayinde ve özellikle insansız hava araçları gibi bazı ürünlerde öne çıkan oyunculardan biri haline geldi. Sanayi sektörü, 2010 yılı itibarıyla Türkiye ekonomisindeki payını yeniden artırmaya başlamış ve dönem boyunca büyümenin lokomotifi olmayı sürdürmüştür. Öte yandan dünyada yaşanan teknolojik ve dijital devrimin üretim alanında kullanımının artmasıyla birlikte sektörün rekabet unsurları da hızlı bir değişime uğradı.
Yeni parametreler önem kazanıyor
Günümüzde gelişmekte olan ülkelerin rekabet güçlerini koruyabilmeleri için işgücü maliyetleri gibi klasik unsurların yerine toplam faktör verimliliği, yüksek katma değer, bilgi ve teknoloji yoğunluğu gibi parametreler önem kazanmaktadır. Bu nedenle ülkemizde özellikle 2010’lu yılların ikinci yarısında hazırlanan ekonomi programlarında teknolojiye dayalı sanayileşme ve rekabetçiliğin ön plana çıktığı ve bunlara yönelik Ar-Ge teşvikleri, üniversite-sanayi işbirlikleri gibi kamu takviyelerinin ön plana çıktığı görülmektedir. alanları arttı.
2020’li yıllarda küresel ekonomide yaşanan çalkantılı durum, özellikle de Kovid-19’un yarattığı belirsizlikler, artan sürdürülebilirlik sorunları ve finansal istikrar alanında ağırlaşan riskler, Türkiye’yi yakın gelecekte güçlü bir sürecin beklediğini gösterdi. Cumhuriyetin 100 yıllık tarihinin sanayileşme mirasının ve bu uzun dönemden elde edilen başarıların ve alınan derslerin, Cumhuriyetimizin yeni yüzyılının gereklerine uygun bir kalkınmanın yolunu aydınlatacağına inanıyorum.